TÜRK / the TURK






Türk



  • ETİYOPYA AKSUM'DA 14BİN YILLIK ORHUN (RUNİK YAZITLARI) 

9999 BC / MÖ


Rus bilimciler Etiyopya AKSUM'da 14bin yıllık RUNİK (ORHUN) yazıtlarını buldular.

Russian expendition of scientists explores sites of AXUM& Lalibela in Ethiopia. The conclusion of Russian experts: Stellaes in Axum were part of a former Military installation and were created with the use of the same high technologies found in PUMA PUNKU & TIAHUANACO churches of Lalibela were re-built from the compaunds built in antediluvian time by high civilization. 14.000 year old Hungarian runes in Ethiopia.


Rus Bilim Adamlarının keşfi Etiyopyanın Aksum ve Lalıbela yerleşimlerinin araştırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Rus Bilim Adamlarının bulguları: Aksum bölgesindeki sütunlar  eski askeri bir binanın parçası olduğu Puma Punku & Tiahuanaco'da bulunan aynı yüksek teknoloji görülmüştür. Lalibeladaki kiliseler ve yüksek uygarlık yapıları çok eskı yerleşimciler tarafından tekrar yapılmıştır. Etiyopyanın MÖ 14000 yaşındaki Macar yazıtları.









  • Çin'de Uygur Özerk Bölgesinde 12,000 yıllık kaya resimleri bulundu.


Çinli Spiker Çin'in Altay bölgesinde Asya'daki göçebeler tarafından kırmızı aşı boyası ile yapıldığını ve Çin'in Kültürel eserlerinden biri olduğunu söylüyor.

                           



By nomads in the Altai region of China in Asia, Chinese announcer made with red ocher, and says that it is one of China's cultural monuments.



  • 6bin yıllık Türk TOMSK Kaya Resimleri


6000 BC / MÖ



Tomsk'ta Kemerovo'nun 50km kuzey batısında Türk Kaya Resimleri





6Bin yıllık tomsk kaya resimleri.



  • Türk Piramitleri ve Türk Mumyaları


3000 BC / MÖ

Çin'de bulunan piramitler hakkında çok fazla bilgi yok. Çin bilim dünyasına kapılarını kapamış durumda. Basında çok sınrlı belge ve bilgi olmasına rağmen bu piramitlerin Çin tarihinde Türk piramidi olarak bilinmektedir. Bazı bilim insanlarının Çinin müsaadesi olmadan elde ettikleri ve yayınladıkları bilgiler dünya kamuoyuna açıklanmıştır.



Dünyanın ilk piramitleri Çin'de saklanan Türk PİRAMİTLERİ (Beyaz Piramitler)

İlk insan mumyalama tekniğini mükemmel bir şekilde uygulayanlar Altay Türkleridir. (Mısır medeniyetinden yüzyıllarca önce) Uygur bölgesinde bulunan, Mısır piramitlerinden yüzyıllarca önce yapılan ve Mısır piramitlerinden daha Yüksek-Büyük olan piramitleri yapan Türklerdir. Çin hükümeti buraya girişi tamamı ıle yasaklamıştır. Çünkü bu piramitlerin içinde proto(ön)-Türk yazılar mevcut. Arkeologların dahi girişine kati surette izin verilmiyor. Çünkü dünya tarihinin tekrar yazılması gerekebilir.

  • ORTA ASYADAKİ TÜRK PİRAMİTLERİ



Bugün Çin sınırları içerisinde yer alan, Xian şehrine 100km uzaklıkta Qin Ling Shan Dağlarından Ön-Türk Uygarlıklarından birisi tarafından İnşa edilmiş. 300metre yüksekliğinde bir piramit bulunmaktadırç 

  • Beyaz Piramit

Beyaz Piramit'in ikinci Dünya savaşı sırasında Çin'e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafı 1957yılında ilk kez Life Dergisinde yayınlanmıştır. Bu piramitleri araştırmak üzere 1994 yılında Şensi bölgesinde
bir araştırma gezisi yapan Alman Bilim adamı Hartwig HAUSDOF kendi koleksiyonundan birkaç resmin halka açılmasına izin vermiştir. Hausdorf'a göre piramitlerin yapım tarihi en az M.Ö. 2500ler civarındadır. Bölge Çin tarafından yasak bölge ilan edilmiş olduğundan dolayı piramitler içerisinde bulunan Mısır medeniyetinden çok ileri bir teknikle mumyalanmış olan cesetler ve Ön-Türkçe yazıtlar üzerinde araştırma yapılamamaktadır. Piramitlerin ebat, orijinal şekil ve büyüklükleri, dikkat çekmemesi açısından Çin hükümeti tarafından maksatlı olarak tahrip ve kamufle edilmiştir. Piramitlerin üst tarafları kesilmiş ve üstleri toprakla doldurup kamuflaj amacıyla ağaçlandırılmıştır ve halen etrafında tarım yapılarak piramitlerin tahribine devam edilmektedir. 

  • Çin'deki Türk Mumyaları

Ceviz Kabuğu Programına  katılan (izleyici tlf.) Halil Şıvgın ( Eski ''Sağlık Bakanı'' demiş ki: ''1984 yılında ben Çini ziyaret ettim. Çini ziyaretim sırasında Turfana götürdüler. ilk defa Turfana giden Türk heyetinin mensubu olmakla da  gerçekten gurur duyuyorum. Orada bizi gezdirirken mumya bulduklarını söylediler ve biz mumyaları gördük. O gördüğümüz mumyaların Mısırdaki mumyalardan çok farklı ifade ettiler, yani teknoloji olarak, yapımı olarak Mısırdaki mumyaların önünde olduğunu söylediler. Daha sonra aradan yıllar geçti, bir televizyon kanalında bu konu tartışılmakta olduğunu gördüm. Gerçekten bilimsel olarak gidilmiş Mısır mumyalarıyla Turfanda ki mumyalar arasında bir kıyaslama yapılıyor. Ben orada kadın, çocuk, erkek mumyaları gördüm, Bu mumyalar da ki üstünlüğü bilim adamları ortaya koymaya başladılar. Bilim adamlarının ortaya koydukları bir gerçek var ki, ilk defa mumya kültürünün Türklerden geliştiği ortaya çıkmıştır. Ben bilim adamı değilim ama bizim bilim adamlarımızın bu olayın üzerine ciddiyetle eğilmeleri gerekiyor. Eğer Mısırdaki mumya kültürü olduysa var ise geçmişte. onun etrafında da bir kültür olması lazım. Mısır etrafında  mumya kültürüyle ilgili herhangi bir şey yok. Afrika öbür taraf, bu tarafta da yine böyle bir kültür yok. Dolayısıyla, Orta Asya'dan o Bölgeye giden Türklerin varlığı söz konusu olabilir.'' Ben katkıda bulunmak istiyorum bu mumyalar konusunda Urumçi mumyalarını söz konusu etmiştir tabii ki çok önemli. Bakın buradaki Urumçi de teşhir edilen mumyalardan ilk 44 yaşında ve MÖ1000, yani günümüzden 3012 yıllık. Bir başkası 1600, en yaşlı olarak da işte bu ''LOLAN'' denilen  bayan mumyası var, MÖ 2000, yani 4012. Şimdi en büyük özelliği iç organlarının çıkartılmamış olması. Başka ?...Şu andaki mumyaların durumu Mısır mumyalarına nazaran çok daha iyi olması. İleri teknolojide   bir mumyalama sistemi öyledir. Uygulanmıştır. Dahası bir mumyanın üzerinde ameliyat izi var. At kılıyla dikilmiş. Amerikalı doktorların tespiti, dünyada ilk ameliyat veya operasyonlardan  bir tanesi olarak kabul edilir. Dahası var, burada kumaş ekose ve boyalı, MÖ2000i konuşuyoruz. günümüzden 4012 sene öncesini.
Türk Bilim Adamı Kazım MİRŞAN yaptığı araştırmalarda ÖN-TÜRK uygarlıkları tarafından OT-OĞ olarak isimlendirilen Ön-Mısıra MÖ 3000 yıllarından Doğu Anadolu'dan Isub-Ög yazısının gittiğini tespit etmiştir. Kazım MİRŞAN'ın bugüne kadar anlamı çözülemeyen 184 adet Mısır Hiyeroglifini Ön-Türkçe olarak okumuş olduğu mumyalama tekniklerinin yine MÖ 3000li yıllarda Altaylarda geliştirildiği düşünülürse piramit inşa teknolojisinin eski Mısıra Ön-Türk Uygarlıkları tarafından öğretildiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Tüm İnsanlık tarihini değiştirecek, MEDENİYETİN ASIL YARATICISININ TÜRKLER OLDUĞU SONUCUNU DOĞURAN bu olağanüstü keşif batılı bilim adamları tarafından ısrarla görmezlikten gelinmekte ve insanlığın bilgisinden daha uzun süre saklanması mümkün olmayan bu piramitleri başka bir uygarlığa mal etmeyi amaçlayan maksatlı çalışmalar yapılmaktadır.

  • MÖ 1800 TARIM MUMYALARI

1800 BC/MÖ


Sincan'ın Tunç Çağı, yani MÖ1800'den öncesi arkeolojisi hakkında çok az bilgi vardır ve bölgeye ilk kez ne zaman yerleşildiği için Tarım Havza'sının bu hiç de çekici olmayan dünyasına ilk yerleşenler hakkında ancak bir yürüte biliriz. Ancak Tunç ve Demir çağları için var-olan aşırı miktardaki kanıtlar, bunların ya batı sıradanlığından ya da kuzey steplerinden gelen Kafkas ırkından insanlar olduğunu göstermiştir. 


  • MÖ 1122 ZHOU HANEDANI  周朝

1122 BC  /MÖ







Chou Zhou (okunuşu: Coğ, Cov) Hanedanı (Çince周朝|周朝,  pinyin:  Zhōu Cháo) : Çin Tarihinde MÖ 1122'den MÖ 256 yılına kadar hüküm sürmüştür. Shang Hanedanından sonra, Qin Hanedanından önce yönetimde olan imparatorluk hanedanı. Chou Hanedanı Çin tarihindeki diğer tüm hanedanlarından daha uzun süre hüküm sürmüş olsa da aslı siyasi ve askeri hükümdarlıkları sadece Batı Chou döneminden yaşamıştır. Chou döneminde Çin'de demirin kullanımı başlamış ayrıca birçoklarına göre Çin tunç eşya yapımı bu dönemde doruk noktasına ulaşmıştır.Hanedanı aynı zamanda yazının antik halinden ki bunun örnekleri Batı Chou tunç kitabelerinde buluna bilir, çağdaş yazım şeklinin başlangıcına geç Muharip Devletler Dönemindeki arkaik klerik yazı formuna doğru evrim geçirdiği dönemi de kapsamaktadır.      

 Chou Hanedanı döneminde MÖ 6nci y.y.daki ilk halinin ortaya çıkışıyla, Çin felsefesinin kökenleri kurulmuştur. Daha sonraki nesillere büyük etkisi olacak önemli Çin filozofları bu dönemde ortaya çıkmıştır. Kong FUZİ (Konfüçyüs, konfüçyüscülüğünün kurucusu) ve Laozi (Taoculuğun kurucusu). Bu dönemde ortaya çıkan diğer filozoflar kuramcılar ve düşünce ekolleri şunlardır: Mozi (Mohizmin kurucusu), Mengzi (tanınmış bir konfüçyüscü), (Qın hanedanının temel felsefesi olan) Çin legalizminin gelişimine öncülük eden Shang YANG ve Han Feizi ve düneminin en önemli entelektüeli, Çin entelektüel yaşamının kendi dönemindeki merkezi olduğu  ve hatta Mengzi gibi ikonik entelektüel figürlerden daha çok önem ve Ün kazanmış olduğu iddia edilen Xunziç








  • İskit-Saka İmparatorluğu (BC. MÖ. 700)

Written by Kursat KARABURCAK on 25 MAYIS 2012
TÜRK BİLİM DÜNYASI

   Batılıların Türkleri Avrupa’dan atma girişimleri karşısında Türklerin Avrupa’nın eski halkları içinde yer aldığını göstermek üzere Atatürk’ün ilk incelettiği eski Türk devletleri içinde İskitler ön sırada yer almaktadır. Tarihin ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve Orta-Asya’dan hareketle Avrupa’ya gelen ve burada yaygın bir imparatorluk kuran İskitlerin Türk kökenli olduğu konusunda birçok tarih kaynağı birleşmektedir. Tarihin ilk dönemlerinin en büyük imparatorluğunu kurmuş olan İskitler ve Sakalar Atatürk’ün de haklı olarak belirttiği gibi Avrupa’ya gelen ve ilk Avrupa devletini kuran Türklerdir.
   İskitler, M.Ö.VII yüzyılda Avrupa ile Asya’nın batı kesiminde, Tuna ile Volga ırmakları arasındaki bölgede yaşamış bir Orta Asya kavmidir. Karadeniz’in kuzey kısımlarında daha önceleri yaşayan Kimmerler Türkistan ve Batı Sibirya’dan gelen İskitler tarafından dağıtılmışlar ve Güney Rusya bozkırlarının dışına sürülmüşlerdir. Yunanlılar tarafından İskit (Skuthoi), İranlılar tarafından “Saka” adı ile anılan bu kavim Hintlilerce “Caka” diye biliniyordu. İskitler kendi bölgelerinde zamanlarının en ileri uygarlığını kurmuş olmalarına karşın, sonraları çeşitli nedenlerle imparatorluk dağılmış ve halk başka ülkelere göç etmiştir. Ünlü tarihçi Herodot, İskit adının Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan yerli halkın kullandığı “Skolot” ya da “Oskolot” sözcüğünden geldiğini ileri sürmektedir. Eski dönem coğrafyasında Karadeniz’in kuzey bölgesine İskitya adı verilmektedir. Bu bölgenin mi kavime, yoksa kavimin mi bu bölgeye adını verdiği tarihçiler arasında tartışma konusudur. Ayrıca İskit adını bu kavimin mi kendisine verdiği, yoksa bu kavim hakkında bilgilerin merkezi olan Yunan kaynaklarının sahibi olan Grek tarihçilerinin mi bu adı taktığı da tartışmalı konular arasındadır.
   İranlılarla beraber Türklerin de Sakalar diye andığı bu kavimin ilk yurtlarının Tanrı Dağları, Fergana ve Kaşgar bölgesi olduğu benimsenmektedir. Sakaların ilk boyları M.Ö.VIII yüzyılda bu bölgeden batıya göç etmişlerdir. Bu göç edenlerden bir grubun Aral gölü dolayında, Seyhun nehri ağzı çevresinde yerleştikleri, diğer bir grubun ise Hazar Denizi‘nin kuzeyinden geçerek Güney Rusya’ya gittikleri ve o tarihlerde o bölgede yaşamakta olan Kimmerleri Kafkasya‘nın güneyine, Ön Asya’ya doğru göçe zorlayarak yerlerini aldıkları kesin olarak bilinmektedir. İskitlerin konuştukları dil ile İran dili arasında bazı benzerlikler olması nedeniyle tarihçilerin bir kısmı da İskitleri İran asıllı olarak benimsemek eğilimindedir. Diller arasındaki benzerliklere bakarak bir kavimin kökeni hakkında karar vermek son derece hatalı bir tutumdur. Bugün Türkçe’de yaşayan Arapça ve Farsça sözcüklere bakarak Türklerin Arap veya Fars kökenli oldukları ileri sürülemeyeceğine göre, İskit dilindeki İran asıllı sözcüklerin de bu kavimin İran asıllı olduğunu göstermesi yetersiz bir delildir. Ne var ki, İskitlerin geldikleri bölgenin Türkistan olması İskitlerin bir Türk kavimi olduğu konusunda daha güçlü bir kanıtıdır.
   İskitler hakkındaki bilgilerin çoğunluğu Yunan kaynaklarından gelmektedir. O kaynaklarda ise İskitlerin İranlı olduklarına dair herhangi bir bilgi yoktur. Herodot tarihi ise İskitlerin Asya’dan geldiklerini ve Massagetlerin baskısı ile Batı’ya göç etmeye zorlandıklarını belirtmektedir. Ayrıca İran İmparatoru Darius‘un İskit ülkesini ele geçirmek için açtığı savaşı anlatırken, Herodot, İskitlerin kesinlikle İranlılara benzemediğini açıklamaktadır. İran da tıpkı Anadolu gibi tarihin çeşitli dönemlerinde birçok kavimin gelip yerleştiği bir bölge olduğundan, birçok kavim veya boy ile kültürel etkileşimi olmuştur. Herodot’un tanımlamasına göre İskitler kentlere yerleşmiyorlardı. Beraberlerinde götürdükleri atlı arabalarda yaşıyorlardı. At sırtında, yay ve ok ile savaşa alışmış bir kavim olan İskitler, yiyecek için tarıma değil, hayvan sürülerine dayanıyorlardı. Genellikle pantolon ve bot giyip, atlarında üzengi kullanıyorlardı. İskitler domuz eti yemedikleri gibi bu hayvanı kesinlikle yetiştirmezlerdi. Yemin törenleri sırasında büyük bir kaba şarap koyan İskitler bu şaraba biraz da kanlarından karıştırarak içerlerdi. Türklere özgü olan kan kardeşliği İskitlerde yaygın olarak görülmekteydi. Kral öldüğü zaman kol ve yüzlerini kesmek, saçlarını tıraş etmek de Türk kavimlerinin bir özelliği olarak gene İskitlerde görülmekteydi. İskitlerin Türklere benzeyen birçok yanı vardı, üstelik araba içinde yaşamaları Türk olmayan göçebe kavimlerde pek sık rastlanmayan bir adetti.
   Bu özelliklerin farkına varan tarihçilerin hemen hepsi İskitleri Türk saymaktadırlar. Ancak, bazı Türk tarihçileri de İskitleri yeterince incelemeden Türk olarak benimsememektedirler. Arabalarda yaşayan İskitler sürekli olarak civar bölgelere akınlar yaptıkları için komşu ulusların sürekli korktukları bir kavim olmuştur. İran’da Medler, Persler tarafından uzaklaştırılınca Güney Rusya ve Aral bölgesine doğru göç etmişler, ama İskitlerle yaptıkları savaşlarda yenilmişlerdir. İran imparatoru Sirüs son seferini İskitler üzerine yapmış ve Aral bölgesinde M.Ö.529 da yenilmiştir. Bu tarihlerde İskit İmparatoru Tomris isimli bir kadındır. Daha sonraları ise Darius’un yaptığı seferler boşa çıkmıştır. İskitler yalnız İran cephesinde değil, sınırları bulunan tüm cephelerde sürekli savaşmış cengâver bir ulus olarak tarih sahnesine geçmişlerdir.
   İskitler, Asur kaynaklarında ‘Cogu’ diye anılan hükümdarlarının yönetiminde Kuzey Kafkasya yolunu izleyerek göç etmişler ve bu bölgede yaşayan ve gene proto-Türk sayılan Kimmerleri sürmüşlerdir.


İskit Sanatı
  İskitler göçebe bir ulus olmalarına karşın kendi dönemlerinde önemli bir uygarlık yaratmışlardır. İskit eserleri günümüzde bile o bölgede görülebilmekte, bazıları ise müzelerde izlenebilmektedir. Özellikle İskit vazosu Batı dünyasında çok tanınmıştır. Arabalarda yaşayan İskitler kendi yaptıkları eşyalarını da beraberlerinde taşırlardı. Mücevherden başlayarak çeşitli süs eşyası yapan İskitler, yepyeni bir sanat yaratmışlardı. Daha sonraları aynı bölgeye gelerek yaşayan ve devlet kuran Hunların da İskitlere benzer bir yaşam biçimine ve özelliklere sahip bulunması da.
Altın broş Hermitaj Müzesi
 (Jettmar 1964, s.185)  İskitlerle ilgili kazılar, İskitlerin gelişmesi hakkında genel bir görüş vermektedir. Başlangıçta İskit kültür merkezi güneydoğu bozkırlarına, Kuban ve Taman Yarımadası’na doğru kaymaktadır.
Martonaşa ve Melgunov kazılarının gösterdiği gibi İskitler Güney Ukrayna‘da aşağı Dinyeper ve aşağı Buğ arasında dağınık bir egemenlik kurmuşlardı. Ancak M.Ö.IV. asırda İskit kültürü Ukrayna’da gelişebilmiştir.
Solokha ve Denev kurganlarının gösterdiğine göre ise M.Ö.III. yüzyılda İskit uygarlığı en üst düzeyine çıkmıştır. İskit yayılmasının Batı’da erişebildiği en kuzey uç kuzeydeki ormanlık bozkırların sınırı Voronej yöresi olmuştur.
   Kuzeydoğuya doğru İskit yayılması yukarı çıkarak Saratov bölgesine erişmiştir. Bu bölgede yapılan önemli kazılar Savromal adlı bir İskit boyunun bu bölgede yerleştiğini açıklığa kavuşturmuştur. İskitler Ukrayna’da tam bir köylü kültürü yaratmışlardır. İskitler yarattıkları yüksek kültür ile komşu ulusları da etkileri altına almışlardır. Bugün müzelerde bulunan sanat eserleri İskitlerin uygarlık düzeylerinin ne kadar yüksek olduğunu göstermekledir. İskit sanatı doğrudan Yunan sanatını da etkilemiştir. Doğu’dan gelen göçler nedeniyle İskitler Avrupa’nın batısına doğru göç etmeye başlayınca İskit sanatı bütün Avrupa’ya yayıldı. İskitlerin yalnız erkekleri değil, kadınları da usta savaşçı idiler. İskit kadınlarının cesaretleri ve beceriklilikleri dillere destan olmuştur. İskit toplumunda kadının yeri çok yüksekti. Toplumun ve devletin en üst makamlarına kadar kadınlar yükselebiliyorlardı. İskit hükümdarları arasında kadınların da önemli yeri vardır.
   İskitler çiftçi ve göçebe olmak üzere ikiye ayrılırlardı. Çiftçiler daha uygardılar. Göçebeler ise arabalarda yaşarlardı. Elverişli buldukları yerlerde uzun süre yaşarlar, sonra da kendilerine yeni yurtlar ararlardı. İklim ve mevsime göre İskitlerin yurtlarını değiştirdikleri anlaşılmıştır. Arabaları iki, üç veya daha fazla öküz ile çekilirdi. Göç zamanında kadınlar araba içinde, erkekler at üstünde, arabaların yanında giderlerdi. Asya’nın kuraklığı yüzünden durmadan göç ederler, ancak elverişli bir yer bulduktan sonra yerleşirler ve ilkel köy toplulukları oluştururlardı. Eski Türkler’de olduğu gibi İskitler’de en geçerli hayvan at idi. Kesilen kurbanlar kazanlarda pişirilerek dağıtılırdı. İskitler şarap yaparlar ve içmeyi severlerdi. Şarabın yanında İskitler'de kımız gibi bir içkinin bulunması da bu kavimin Türklüğünü gösteren başka bir göstergedir. İçkiyi seven İskitler, içki içmenin yöntemini de bilirlerdi. Eski tarih kitaplarında Ispartalılara susuz şarap içmesini İskitlerin öğrettiği yazılıdır.
Altın aplik, Hermitaj Müzesi
   (Jettmar 1964, s.187)  İskitler M.Ö.VI. yüzyılda Ön Asya’ya akınlar yaptıkları sırada bronz çağını bırakarak demir çağına geçmişlerdir. İskit sanatının başlangıcı Kelt-Tuna bölgesindeki Hallstat demir tekniğinden de geniş ölçülerde yararlanmıştır. Bronz tekniği konusunda ise aynı bölgede İskitlerden önce yaşamış olan proto-Türk bir kavim olan Kimmerlerin İskit sanatı üzerinde geniş etkileri olmuştur. Kuban bölgesinde bulunan İskit dönemi sanat eserlerinin bir kısmında ise Asur ve Babil sanatının etkileri görülmüştür. İskit hayvan sanatı, Asur veya Yunan natüralizminin süsleme biçimine dönüştürülmesiyle meydana gelmiştir.
   Bozkır estetiği, İskitler aracılığı ile Güney Rusya‘ya yerleşmiştir. İskitler göçebe yaşam biçimleri nedeniyle, resim, heykel ve kabartmacılık gibi sanat alanlarına yabancı kalmışlardır. Bütün lüksleri elbise, kuyumculuk ve koşum takımları yapmaktan öteye gitmiyordu. Kemer kopçası, kılıç tasması, eyer halkaları, araba süsleri, bayrak direkleri, halılar hep İskitlere özgü bir stilde yapılmıştı. İskitler geyik ve yaban eşeği sürülerini kovalamak, ceylanlarla kurtların kapışmasını izlemekten zevk alarak tüm yaşamlarını at üzerinde geçiriyorlardı. Hayvanlar arası çekişmeler İskit sanatını konu olarak etkilemiş ve hayvan figürleri İskit sanat eserlerinde çokça yer almıştır. İskit sanatında sırf süsleme amacıyla geometrik desenler içinde hayvan biçimleri görülmektedir. Sanatta hayvan biçimlerinin stil-ize olmasına İskitlerin katkısı büyüktür. Gerçekçi hayvan resimleri İskit süsleme sanatının temelini oluşturmuştur. Uzuvların ve organların ezilmesi, yırtıcı hayvanların diğer canlıları parçalamaları, ayıların pençelerinde kıvranan geyikler sıkça işlenen konular arasında yer almıştır. Yukarı Volga ormanlık bölgesine doğru ilerleyen İskit bozkır sanatı Fin-Uygur kaynaklı olan, Kazan civarındaki Anonin uygarlığını etkilemiştir. Bu bölgede yapılan kazılarda İskit izleri taşıyan hayvan figürlerine çokça rastlanmıştır. Orta Sibirya bölgelerine kadar İskit bozkır sanatının etkileri yayılmıştır. İskit sanatı çok yaygınlık kazanmış ama, dağılırken de zayıflamıştır. Sibirya ormanlarında bu devirden örnekler bulunmuştur.
   M.Ö.III. yüzyılda İskitlerle benzer özellikler gösteren ve Kuzey İran’dan gelen göçebe bir kavim olan Sarmatlar İskitlerin bölgesini ele geçirip İskitleri Batı Avrupa’ya doğru sürmüşlerdir. İskit sanatının M.Ö.III. yüzyılda Sarmat sanatına geçişi Aleksandrapol’daki kazılar aracılığıyla kesinlik kazanmıştır. İskitler külahlı, geniş elbiseli ve natüralist bir hayvan sanatının temsilcileriyken, Sarmatlar konik külah ve zırh etekliği giyen mızraklı süvarilerdi. İskit sanatındaki Batı etkilerine karşı Sarmatlar kesinlikle Doğu etkisine sahip bir sanat geliştirmişlerdi. Sarmatların egemenliğinden sonra bile birkaç yüzyıl İskit sanatı hem Doğu’da, hem de Batı’da etkisini sürdürmüştür.
İskitler’de İnanç ve Gelenekler
   Atlı kavimler uygarlığının kurucusu olan İskitler Çin’den Tuna’ya kadar olan geniş bozkırlara egemen olmuşlardır. Helenistik dönemde İskit sözcüğü tüm kuzey ve doğu barbarla
rını içine almıştır. İskitler her bakımdan atlı bir uygarlığın temsilcisi oldukları için barbar sözcüğü ile tanımlanmışlardır. Tüm göçebelerde ve dağlı kavimlerde olduğu gibi İskitler de de ruhsal yaşama inanış öncelik taşımıştır

  • Kostromskaya kurganlarından birinin kesiti ve durum planı

   (Sulimirski/Taylor 1991, Fig.31)  Tüm yaşamları doğa ile savaşım ve kaynaşma olan bu insanlar zaman zaman bazı korkunç ve garip doğa olayları ile karşılaşmışlardır. Açıklayamadıkları bu tür doğal olayları genellikle ruhlara bağlamışlardır. İskitler kutsal saydıkları her şeyin ve cismin bir ruh taşıdığına inanmışlardır. Greklerle temastan önceki İskit dininde Şamanizme ait önemli kalıntılar bulunmaktadır. Şamanizm genellikle Orta Asya ve Sibirya kavimlerinin dini olup, sihirbaz anlamına gelen şaman sözcüğünden türetilmiştir. İskitler’de de Şamanların var-olduğu Herodot tarihinden öğrenilmektedir. Şamanizm İskitler aracılığı ile Traklara da geçmiştir. İskit dininde Şamanizm ile beraber görünen ögeler Türk-Moğol kültüründe de bulunmaktadır. Daha sonraları Hıristiyan bağnazlığı içindeki bazı tarihçiler Şamanizmin din sayılmaması gerekliğini savunmuşlardır. Onlar Şamanların din adamı değil, birer sihirbaz olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bir kısım tarihçiler ise Şamanizmi gök-tanrı ile yertanrı arasında yer alan bir din olarak açıklamışlardır.
   İskit tanrıları M.Ö.IV. yüzyıldan sonra belirginlik kazanmışlar, Grek etkisi ile Yunan tanrıları da İskit tanrılarından sayılmıştır. İskitler tarih sahnesine çok çabuk girdikleri gibi, aynı hızla da yok olmuşlardır. Kendileri zamanla yok olmuşlar, ama oluşturdukları yüksek kültürel değerler bir süre daha tarih sahnesinde etkisini sürdürmüştür. Yaşadıkları yerlerde paganizm İskitler’den sonra da sürüp gitmiştir. Güçlü dinsel inançları, bazı ticaret ilişkileri ile İskandinav ülkelerine kadar yayılmıştır.
   Grek kaynaklarında ve Herodot tarihinde İskit tanrıları şu sırayı izleyerek açıklanırlar. En önde canavarların tanrıçası sayılan Tabiti’ye yer verilmiştir. Büyük tanrıça kabul edilen Tabiti’nin pişmiş topraktan değişik biçimlerde yapılmış figürleri vardır. Bazılarında ayakta durur, bazılarında da kucağında bir yavru taşır. İskitler kendi bölgelerinin kıyılarını çok sıkı biçimlerde korurlar ve yakaladıkları İonyalı denizcileri bu tanrıçaya kurban ederlerdi İskit figürlerinde yarı insan yarı tanrı olarak belirtilen bu tanrıça bir bakıma Anadolu’daki Artemis’e benzetilir ve kralın halkı kesin olarak büyük tanrıçanın himayesi altındadır. Büyük tanrıçanın ilahi gücüne İskit ülkesinde yaşayan tüm insanlar inanır. Tabiti’nin yırtıcı hayvanların arasında bu hayvanları tutarak zapteden görünümleri ilgi çekicidir ve bu motifler Anadolu’da neolitik dönemin önemli merkezlerinden olan Çatalhöyük’de de bulunmuştur. Bu da, tarih öncesi dönemlerden bu yana çeşitli bölgeler arasındaki kültür alışverişini göstermesi bakımından önemli bir konudur.
   Ayrıca, göktanrısı Papaios da önemli bir tanrıydı. Ay ve yıldızların sembolü olarak da tanrıça Apaia’ya inanılıyordu. Bu tanrıça evliliğin ve kadın haklarının simgesiydi. Apollon kötülükleri yok eden ışık tanrısı, Afrodit kadın güzelliğinin, aşk ile sevginin tanrıçasıydı. Sürekli savaşan bir ulus olarak İskitler savaş tanrısı olarak da Ares’e inanırlardı. Her kabilede başkanın yaşadığı yerin yanına bir Ares mabedi yapılırdı. Düşmanlardan aldıkları her yüzüncü esiri bu mabette tanrılarına kurban ederlerdi. Yüzüncü esirin başını şarapla ıslatarak takdis ederler, başını kestikten sonra kanını kılıçları üzerine sürerlerdi. Ayrıca yapay tepeler üzerine dikilen kılıç fetişlerine saygı gösterirlerdi. Batı İskitleri Traklarla birçok yönden ilişki içinde olduklarından din, inanç ve kültür açısından birbirlerini etkilemişlerdir. İskitlerin Tanrılar Panteonu bu ulusun çok tanrılı olduğunun açık bir göstergesidir. İskitçe'de İran diline benzeyen sözcükler olmasına karşın tanrı isimleri genellikle Grekçe’den alınmıştır.
   İskitler tanrılarına her çeşit hayvanı adar ve kurban ederlerdi. Ancak en çok at kurban edilir, domuz ise asla kullanılmazdı, zaten bu hayvanı topraklarında yetiştirmezlerdi. Kurban törenleri çok görkemli olur, tanrılara dua edildikten sonra kurban kesilirdi. Kendilerine özgü kurban etme yöntemlerinin yanı sıra, civar kabilelere benzeyen usuller de kullanırlardı.
Tunç aplik, Hermitaj Müzesi
   (Jettmar 1964, s.73)  Eskiçağda yaşamış tüm kavimler gibi İskitler de aşırı batıl inanç sahibiydiler. Büyüye, sihire ve tılsımların gücüne inanırlardı. Büyüye, toplum olarak, dinden daha fazla önem vermişlerdir. Rahipleri yoktu, ama bunun yerine söğüt dallarından geleceği söyleyen şamanları vardı. Çeşitli büyücülük yöntemlerine İskitlerin evlerinde de başvurulurdu. İskitler dine önem verirlerdi ama, büyücülerin toplumda yeri pek iyi değildi.
   Özellikle krala yanlış bilgi veren büyücüler cezalandırılırdı. Büyücülerin tüm kehanetlerinin çıkmaması bunların toplum içindeki yerlerini de sarsmıştı. Bazı büyücüler de bilgilerinin yanlış çıkmasından sonra odunlar üzerinde, halkın gözü önünde yakılırdı. Büyücülerin, varsa erkek çocukları da yakılır, ancak kızlarının yaşamasına izin verilirdi.
   İskitlerin yemin için de ayrı törenleri vardı. Özellikle şarabın içine akıttıkları kanlarını içerek kan kardeşi olmaları çok görülen bir tören biçimiydi. Kan karıştırmak ve kan içmek hukuk anlaşmalarının ve kan bağlılıklarının yapıldığı andların en eski örneğini oluşturur. Güney Rusya’da kurganlarda bu tören ile ilgili birçok eser ele geçmiştir.Kuloba’da bulunan başka bir altın kabartma üzerinde birbirine sarılmış iki İskitli, tek bir kaptan kutsal kan içkisini içmektedir. Benzer sahnelere başka kurganlarda bulunmuş olan altın plaketler üzerinde de rastlanmıştır.
   İçki içme geleneği İskitlerde epeyce yaygındı. Orta Asya Türklerinde görülen kısrak sütünden yapılan kımız ve baldan yapılan, keyif verici bir içki olan meth en çok kullandıkları içki türlerindendi. Bunlara ek olarak, Karadeniz’de Grek kolonilerinin kurulmasıyla şarap da İskitya’ya gelmiştir. İskitler sert şarapları su katmadan içmesini severlerdi. Grekler’de ölçüsüz şarap içmek “İskitçe” içmek gibi adlandırılırdı. Hipokrat, İskitleri şişman, çok yiyen, şakacı ve tüm zamanını içki içerek geçiren insanlar olarak tanımlamıştır. Bu nedenle de insanları sarhoşken etkisi altına alan soma kültürü İskitler’de gelişmiştir. Soma, insanları sarhoşken etkisi altına alan bir tanrı veya tanrısal bir güçtür. İnsanın zihnini açar, onları büyük işler yapmaya iter, yaşama sevinci verir ve insanları yeni nesiller üretmeye yönelterek ölümsüzlük kazandırır.
Gene eski Yunan tarihçilerinin verdikleri bilgilerden İskitya’daki tıp ve hekimlik çalışmaları konusunda genel bir düşünceye sahip olunabilmektedir. Tüm zamanların en büyük hekimi olarak kabul edilen Hipokrat uzun bir süre İskitler arasında yaşamıştır. Hipokrat’ın yazdıkları, İskitler hakkında bazı ilginç bilgiler vermektedir. Eski Yunanlılar Truva savaşlarından sonra İskit ülkesini tanımışlar Karadeniz’de yeni koloniler kurmaya başladıktan sonra İskitya’nın içine girmişler ve halkla yakın ilişkiler kurmuşlardır. Yunanlılar İskitler’le yalnız ekonomik değil, her alanda ilişkiler geliştirmişlerdir. İskit hekim ve filozofu Anaharsis’in anasının Yunanlı, tanınmış Yunan hatibi Demosten’in büyük anasının İskit olması bu iki ulus arasında yakın akrabalık ilişkilerinin kurulduğunu da göstermektedir. Yunanlı tarihçiler, yüksek İskit uygarlığını benimserlerken, kendi dönemlerinin en ileri bilgilerine sahip olduklarını yazarlarken; Batılı tarihçiler, Hıristiyanlığın etkisiyle, İskitlerin Orta Asya kökenli oluşları yüzünden bu uygarlığı görmezlikten gelmişler ve uygarlığın Yunanistan’da doğduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Yunan uygarlığı İskit etkisiyle oluşmuş ve buraya uygarlık ışığını İskit Türkleri getirmiştir.
   Hipokrat yazdıklarında İskitleri ve uygarlıklarını şöyle anlatır: İskitler ata çok iyi binerler ve savaşçı bir ulusturlar. İskit kadınları da ata binerler ve ok ile yay kullanırlar. Kız kaldıkları kadar cenk ederler ve üç düşman askeri öldürmedikçe evlenmezler. Bir kız bir erkeğe vardıktan sonra bir daha ata binmez ve silah kullanmaz. Kadınların sağ memeleri yoktur, çünkü kızlar çocukken bu iş için hazırlanmış bakır bir aleti kızdırarak bedenlerinin bu kısmını yok ederler. Sağ meme bu yoldan yakıldıktan sonra büyüyemez ve bedenin tüm gücü daha sonraki gelişmede sağ omuza ve kola gider.
Altın tarak, Solocha kurganı
   (Jettmar 1964, s.25)  Gene Hipokrat’a göre, İskitler genellikle su kenarında, dört tekerlekli arabaların içinde yaşarlardı. Arabalar keçe ile örtülü bir ev gibi yapılırdı. Yağmur ve rüzgârın girmediği bu arabaların bazılarını iki çift, bazılarını da üç çift öküz çekerdi. Hayvanların otlanmasına bağlı yaşarlar, bir yerde ot biterse başka yerlere göç ederlerdi. Genellikle pişmiş et yerler, kısrak sütü içerler ve sütten yaptıkları peynirleri çokça kullanırlardı, iklim nedeniyle hayvanlar küçük kalır ve gürbüzleşemezdi. Bölgeleri genellikle soğuk rüzgârlı ve karlıydı. Soğuk ve rüzgâr hayvancılık için engel oluştururdu. Mevsimler arasında pek fark olmadığı için İskitler yaz kış benzer yemekleri yerler, kar ve buzların çözülmesiyle gelen suları kullanırlardı. Çok yemek yedikleri için fazla çevik değillerdi. İskitler semizlikleri ve derilerinin tüysüzlüğüyle birbirlerine çok benzerlerdi.
   Bedenlerinin rutubet etkisinde kalmasından ve gevşekliği nedeniyle hemen tüm uzuvlarında dağlamalar görülürdü. At üzerinde daha iyi durabilmesi için çocuklarını kundaklamazlar bu nedenle de boyları kısa kalırdı. Soğuğun etkisiyle İskit ırkının rengi yanık kırmızıydı. Yine soğuğun etkisiyle aşka ve sevişmeye düşkün bir ırk değillerdi. Ayrıca sürekli ata bindiklerinden dolayı erkeklerin cinsel güçlerinde azalma olmaktaydı. İskit kadınları ise şişman ve gevşek etli olurlardı. Sonradan kısırlaşan erkeklere toplumda kadın gözüyle bakılır ve onlar da bunu benimseyerek kadın elbisesi giyip kadın gibi yaşamlarını sürdürürlerdi. Kulak arkasındaki damarları keserek kan akıtma yoluyla İskitler kısırlıklarını iyileştirmeye çalışırlardı. Tanrıların kurban istediğine inanarak da çoğunlukla hastalanan bazı hayvanları kurban ederlerdi.
   İskit hekimleri ıhlamur yaprağına bakarak bir hastalığın geleceği hakkında haber verirlerdi. Bir anlamda falcılık da denebilecek bu yol ile hastanın durumunu belirlemeye ve buna göre iyileştirmeye çalışırlardı. Kendilerine göre geliştirdikleri tıp yöntemleri halk arasında yaygınca kullanılırdı. Halk hekimliği İskit toplumunda epeyce yaygındı.
   İskitlerin ölüler için uyguladıkları özel törenler vardı ve krallar için ayrı cenaze töreni yapılırdı. Kralın hizmetçilerinden elli tanesi seçilir ve bunlar kral için özel olarak boğdurulurdu. Bu törenlerin bazen bir yıl sürdüğü de görülmüştür. Normal olarak bir cenaze töreni kırk gün sürer ve ölen adam tüm dostlarının evlerine birer gün götürülür, ondan sonra toprağa verilirdi. Ölülerin mumyalanması da İskitler’de görülen bir başka gelenekti. Eski Türklerin yok olmayı kabul etmemeleri İskitleri de etkilemiş ve ölülerin mumyalanması yoluna gidilmiştir.
İskit-Saka İmparatorluğu, tarihin en eski çağlarında Türklerin kuzey yolu ile hem Anadolu’ya hem de Avrupa’ya gelmelerini göstermesi açısından son derece ilginçtir. Batılı tarihçilerin ileri sürdükleri gibi, Türkler ilk kez Osmanlılarla Avrupa’ya gelmemişler, aksine İskitler aracılığıyla en eski çağlarda Avrupalı olmuşlardır. Türkler bu açıdan hem Asyalı, hem de Avrupalı bir ulustur. Nitekim bu gerçeği çok iyi kavrayan Atatürk, hem İskitlere, hem de Hititlerle Sümerlere tarih incelemelerinde çok önem vermiştir.




  • MÖ.500: TURFAN KAREZLERİ
500 BC/ MÖ
 
 

TURFAN KAREZLERİ (Sulama kanal-tünelleri)(MÖ.500)

TURFAN tarım  medeniyetinin beşiğidir. Binlerce  yıllık tarım çalışmalarının yapıları bu gün hala çalışmaktadır. Bunların en önemlisi TURFAN KAREZLERİ dir. TURFAN KAREZLERİ ayrıca Dünya tarım tarihinin de önemli eseridir.
Schematic of a Karez Project: Bir Karez Proje Şematik:
(1) Infiltration Part of the Tunnel - Tünel(1) Sızma Bölümü
(2) Water Conveyance Part of the Tunnel - Tünel(2) Su İletim Bölümü
(3) The Open Channel - Açık Kanal
(4) Vertical Shafts -  Dikey Miller
(5) Small Storage Pond -  Küçük Depolama Gölet
(6) The Irrigation Area - Sulama Alanı
(7) Sand and Gravel - Kum ve Çakıl
(8) Layers of Soil - Toprak Katmanları
(9) Groundwater Surface - Yeraltı Yüzey


  • BC./ MÖ. 450

    BC. / MÖ. 450

Genel Kabul Gören Tez
   Yaklaşık 10.000 yıl önce son buzul çağı sona ermeye, eriyen buzulların suları alçalmış olan denizleri tekrar doldurmaya başlamıştır. Bu zamana kadar varolmuş olan Asya - Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir.
Amerika bağlantısı Beringiya da tekrar sular altında kalmış ve o zamana kadar iki kıta arasında gerçekleşen göçebe trafiğine son vermiştir. Türklerin ataları, Batılı tarihçiler tarafından M.Ö. 2500 ile M.Ö. 1700 yılları arasındaki Afanasiyeyo Kültürü ile başlar ve M.Ö. 1700 ile M.Ö. 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam eder. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, M.Ö. 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.
Türklerin de en eski ataları aralarında bulunmuş olması gereken bu çekik gözlü ve brakisefal tipi insanlardan oluşan göçebe toplulukların o dönemdeki yaşam şekillerini, Sibirya ile Alaska yerlilerinin ortak noktalarını bularak, net bir şekilde ortaya koyabilmek mümkündür. Elde edilen manzara iyi gelişmiş bir göçebe kültürünü göstermektedir. Türklerin en eski ataları uzun süre böyle yaşamış, ve bu kültürü hayvan yetiştiriciliği ile geliştirmiştir. M.Ö.450 yıllarına kadar Sibiryanın Tayga ikliminde Ren geyiği yetiştiricileri olarak yaşadıkları kabul edilir. M.Ö.450'den itibaren Moğolistan'a doğru hareket ettikleri ve orada bulunan Hint-Avrupa halklarını oradan kaçırdıkları, bölgede bulunan kafataslarının incelenmesi ile kanıtlanmıştır.
   Jean-Paul Roux Türklerin Tarihi adlı kitabında Altay halklarının bu dönemdeki coğrafi dağılımlarını şöyle tarif etmektedir:

                               Az çok güvenilir bir yer saptamasında bulunamadığımız en eski Orta Asya insan coğrafyası tablosu Ön-Tunguzları en doğu uç noktaya, yani bugünkü Mançurya'ya, Ön-Moğolları Doğu Moğolistan ile Batı Mancurya'ya yerleştirir. Ön-Türkleriyse Moğolistan'ın büyük bir bölümüne ve Balkaş Gölü yönünde biraz daha batıya doğru yayarak yerleştirmektedir. Bunun dışında kalan bütün bölgeler ile güneydeki ve batıdaki bozkırlar Hint-Avrupalıların ve Paleo-Asyalıların bölgeleridir ve bu bölgelerde en küçük Altay yerleşimine henüz rastlanılmamıştır. Sibirya'da zamanında Karasuk diye anılan (M.Ö.1200-700) ve Yukarı Yenisey kıyısında bulunan Minusinsk bölgesinde yapılan kazılarda çıkan brakisefal kafataslarında düzenli bir artış görülmüştür. Bu, büyük bir olasılıkla Ön-Türklerin sonraki devirlerde buraya yerleşmesinden kaynaklanmaktadır.Tagar çağındaysa (M.Ö.700-300) aynı durum Altay bölgesinde meydana gelmiştir. Ve nihayet M.Ö.300 yılından sonra Güney Sibirya ile Altay sıradağlarının güneyinde brakisefallerde artış meydana gelmiştir. Dolayısıyla Türklerin o güne kadar hep kuzeyde kalan atalarının miladın başlarında, önceleri yavaş yavaş, daha sonralarıysa birden kopup gelerek Balkaş Bozkırları ile Tien-Şan Dağlarının kuzey bölgelerine kadar eriştiklerini söyleyebiliriz.
   Bu yeni gelenler, önlerine çıkan Hint-Avrupalıları kovmuşlar, onlara karışmışlar ya da onları etkileri altına alarak, kendi kültür ve dillerini benimsemelerini sağlamışlardır. Büyük bir olasılıkla Kırgızlar da bu etkinin altında kalmıştır ve onlarla birlikte ilk defa (?) Hint-Avrupalı olan, en azından Mongoloyit olmayan bir halk da Türklerin arasına katılır. 

Ön-Türkler'in, kültürel açıdan M.Ö'ki karanlık dönemleri açısından Afanasyevo kültürü, Anav Kültürü, Andronovo Kültürü, Karasuk kültürü, Tagar Kültürü, Kelteminar Kültürü gibi alanlardan etkilendikleri ve Türk kültürünün bu tarihi çevrelerden beslendiği ileri sürülmektedir.

Alternatif Tezler

Kazım Mirşan'a göre Ön-Türkler
Kazım Mirşan'ın tezlerine göre Türklerin alfabetik yazı kullandıklarını gösteren en temel kanıt 1970 yılında, Kazakistan'ın Alma-Ata (Almatı) şehrinde bulunan Altın elbiseli adam adıyla bilinen anıt mezardaki kanıtlardır. Bu anıt mezar Alma-Ata'nın 50 km kadar kuzeyindeki Esik kasabasında bulunur. Altın elbiseli adamın yanında kendisiyle birlikte mezara konulan gümüş kapın üzerindeki iki satırlık yazı Türkçe olarak Kazım Mirşan tarafından okunmuştur. Kazak Tarihçi Prof. Dr. Olcas Süleymanof da aynı şekilde okumuştur. Bu buluntu ışığında yapılan Sovyet ve Kazak araştırmaları sonucu altın elbiseli adamın M.Ö.500 yılından daha eski dönemde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Altın elbiseli adamla birlikte bulunan gümüş kaptaki yazı Ön-Türk alfabesi ile yazıldığı iddia edilir. Öte yandan Kazım Mirşan gibi bazı araştırmacılar farklı bir Türk tarihyazımını ileri sürerler. Kazım Mirşan ve onu takip eden araştırmacılar, kabul gören tezden tamamen farklı bir yazım ortaya koyarak, bugün kabul edilen İslamiyet öncesi dönem Türk tarihini kabul etmezler ve uydurma olduğunu ileri sürerler.
Türk Tarih Tezi'ne göre Ön-Türkler
Bugün kabul edilen tezi farklı şekilde ortaya koymuşlardır. 1930'larde geliştirilen bu teze göre, MÖ. 12bin yıllarında Orta Asya'da bugünkü çöllerin bulunduğu yerlerde büyük bir deniz ve büyük adalar vardı. Buralarda yaşayan Türkçe konuşan topluluklar yerleşik olarak tarım yapmakta ve teknolojik açıdan ileri düzeydeydi. Zira, tarım ve ormancılık ile ilgili Türkçe terimler, göçebelik ile ilgili terimlerden daha eskidir. Sonraları meydana gelen büyük iklimsel değişiklik nedeniyle (küresel ısınma gibi) Orta Asyadaki büyük deniz kayboldu ve çevresinde yaşayan medeniyet geriledi. Kıtlık yaşayan Türk grupları başka ülkelere göçtüler. Birkısmı Mezopotamya'ya bir kısım grup Anadolu'ya, bir kısım grup İskandinavya'ya, bir kısım grup Yunanistan'a, bir kısmı İtalya'ya, bir kısmı Çin'e, bir kısmı Kore ve Japonya'ya, bir kısmı Sibirya'ya; bir kısmı da Bering Boğazı üzerinden Amerikaya göç etmiştir.
Bu teze göre Sümerler, Etrüksler, İskandinavyadaki Bazı halklar, Hititler, Frigler, Truvalılar Türktü. Yunanlılar içinde Türkçe konuşan gruplar vardı. Bu ülkelerdeki Türkler, yerli halk arasında eriyip yok olmuşlar, onlara yazıyı ve teknolojiyi öğretmişlerdir.
Orta Asya'da kalan halk, kurak iklime adapte olmuş ve göçebe kültüre geçmiştir. Bilinen Türk tarihini yaratmışlardır.

  • MÖ403 ÇİN SEDDİ
403 BC. / MÖ.


Çin’in Savaşan Beylikler döneminde (M.Ö.403 M.Ö.221), Çin seddinin temeli 20den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmıştı. Chu, Qi, Yan, Wei, Han, Zhao, Qin Krallıkları birbirinden korumak için sınırlarında ilk setler inşa ettiler. Qin,Zhao,Yan kralıkları ise XiongNu, DongHu, LinHu, LouFaın saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını koruma amacıyla da inşa ettiler. Çin’in ilk İmparatoru Qin Shi Huang, burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. Bu devasa inşaata girişmekteki amacı konusunda tarihçiler farklı görüşler sürmüşlerdir.

Çin Seddi Neden İnşa Edilmiştir?
   Çin Seddi, şimdiye dek inşa edilen en uzun abidedir. Uzunluğu, yıkılmış kısımlarıyla birlikte yaklaşık 6400 km.’ dir ve tamamen insan gücüyle inşa edilmiştir. Çin’in kuzeybatısı boyunca uzanır. Dünyanın en uzun savunma duvarı olan Çin Seddi’nin kalıntıları, Po Hay körfezinin kıyısında başlar, Pekin’in kuzeyinden geçerek batıya yönelir, Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır ve Gobi Çölü’nün güneyinden batıya yönelerek devam eder.
Çin Seddi’nin yapılış amaçlarını birçok tarihçi farklı yorumlamıştır.
     Bunlardan bazıları şöyledir:
  • Ülkeyi Moğol istilasından korumak,
  • Ülkenin tek yönetim altında birleştiğini içeriye ve dışarıya göstermek,
  • Ülkeden kaçışları önlemek,
  • Uzun savaşlar sonunda, yıktığı beyliklerin esir düşen yöneticilerini sürgün ve ağır işe sürerek cezalandırmak.
  Çin Seddi birçok krallık tarafından kullanılmıştır. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan, Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur.
  Çin Seddi’nin tamamı tuğlalardan oluşmaz, bazı yerleri kum ve kerpiç gibi çok zayıf, kuvvetsiz maddelerden yapılmıştır ve çok kısadır. Bu zayıf duvarların amacı devleti saldırılardan korumak değil, kaçan düşmanları yavaşlatmaktır. Duvarın yüksekliği genellikle 4-6 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Kalın olan yerlerin üzerinden atlar ve arabalar gidebilmektedir. Çin Seddi boyunca 200 metrede bir gözetleme kulesi ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur.
7 Temmuz 2007 tarihinde, ‘Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ ndan biri olarak seçilen Çin Seddi, şimdilerde savunma için kullanılmasa da dünyanın birçok yerinden gelen turistlere ev sahipliği yapmaktadır.


  • M.Ö.400 BÜYÜK HUN İMPARATORLUĞU
   Türkler’in ilk kurdukları imparatorluk Hun İmparatorluğu’dur. Türkler’in daha eskiden de devletler kurduklarını biliyoruz, ama Hun Devleti çok geniş bir saha üzerinde başka milletleri de idaresi altına alan büyük bir devlet olduğu için, ona imparatorluk adını veriyoruz.
   Hun İmparatorluğu Hun Türkleri tarafından M.Ö. 220 yılında kuruldu. Hunlar bugünkü Moğolistan bölgesinde, yâni Çin’in kuzey-batısında yaşıyorlardı. Bu bölgede hâkimiyet kurdukları ve genişlemeye başladıkları için Çinliler onları büyük bir tehlike sayıyorlardı. Gerçekten Hunlar, askerlikteki üstünlükleri sayesinde Çin ordularını devamlı bozguna uğratıyorlardı. Bu yüzden Çin Devleti, Hun saldırılarını önleyebilmek için Hun-Çin sınırı boyunca büyük bir duvar örmeye başladı. Çin Şeddi veya Büyük Çin Duvarı denen savunma hattı işte böyle ortaya çıkmıştır (M.Ö. 214). Sonraları Ming Hanedanı zamanında yenilenen bu büyük duvarın bâzı kısımları çok sağlam bir şekilde günümüze kadar ayakta kalmıştır.
   İlk büyük Hun hükümdarı Teoman Yabgu’dur (M.Ö- 220). O zamanlarda Türk hükümdarlarına “Yabgu” deniyordu. Teoman Yabgu birbirinden ayrı yaşayan Türk boylarını birleştirerek ilk Türk birliğini gerçekleştirmişti. Bu çağda Türkler’in askerî üstünlüklerinde süvarilerin pek önemli bir yeri vardı. Çinliler atla çekilen savaş arabaları kullanıyorlardı, ama süvârî orduları yoktu. Türk atlıları çok sür’atli hareket kaabiliyetine sahip oldukları için Çin birliklerini istedikleri yerde çeviriyorlar, düşman olunca da çabucak çekiliyorlardı. Onlara ummadıkları anda birdenbire hücum ediyorlardı. Çinliler bu yüzden ordularını Hunlar gibi donatmak zorunda kaldılar; askerlerini Hunlar gibi giydirdiler. Ama ne Çin Duvarı, ne Çin orduları, Hunlar’ın Çin içlerine kadar girmelerini engelleyebildi.
   Teoman Yabgu’dan sonra Hun tahtına oğlu Mete Yabgu geçti. Mete zamanında Hun İmparatorluğu’nun toprakları Japon Denizi’nden Hazar Denizi’ne kadar uzanıyordu. Bu topraklarda çeşitli Türk kavimlerinin yanısıra öbür Altaylı kavimler de yaşıyorlardı. Mete devri, Hun İmparatorluğu’nun en parlak devridir (M.Ö. 209-174).   Hunlar zamanında Çinliler medeniyet bakımından çok ileri bir durumdaydılar. Hem nüfusları ve orduları çok kalabalık, hem medeniyetleri parlak olduğu hâlde Hunlar’la başa çıkamadılar. Bu da gösteriyor ki, Hun başarısının sebebi yalnızca askerî güç değildi. Gerçekten Hunlar teşkilâtçılık ve idare bakımından çok gelişmişlerdi. O sırada Çin’in ayrı ayrı prenslikler hâlinde bulunmasından da faydalanarak, Kuzey Çin’de sık sık iktidarı ele alıyorlardı. Fakat Çinliler’in şehir hayâtına kapılan sınır boyu Türkleri yavaş yavaş Çinlileşiyor. Çinli prenseslerle evlenen Hun hükümdarlarının saraylarında Çin âdet ve gelenekleri yerleşiyordu.  Mete’den sonra gelen Yabgular zamanında Çinliler’le ilişkiler arttı. Özellikle evlenme yoluyla Türk ve Çin hükümdar âileleri arasında yakınlıklar doğdu. Bu yakınlıklar ise Hunlar’ın iç işleri bakımından birçok karışıklıklara yol açtı. Yine de Hun İmparatorluğu Milâttan Önce Birinci Yüzyıl’a kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Bu yüzyılda ise Türk beyleri arasında taht kavgaları artabildiğine arttı. Çinliler de bu kavgalardan faydalanarak, Türkler’i zayıflatmayı bildiler. Ancak Çinliler’in Hohan-Şu dedikleri Yabgu’nun 27 yıllık imparatorluğu zamanında ve Çiçi Yabgu devrinde devlet eski gücünü biraz olsun toparlayabildi.   Milâttan sonraki ilk yüzyılda Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları da denir. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında (220) başka bir Türk kavmi olan Siyenpi’ler Hunlar’la iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğollar’ın ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunlar’ın hâkimiyetine son verdiler. Büyük Hun İmparatorluğu târihte bilinen eski imparatorlukların en büyüğü idi. Hun hükümdarlarından Mete, Hohanşu ve Cici Yabgular, dahî denecek kadar büyük birer kumandan ve devlet adamı idiler. Bu büyük şahsiyetler hakkında Çin târihlerinde verilen bilgiler, en büyük düşmanlarının bile onlara hayran kaldıklarını gösterir.

Mete Kağan ve Oğuz Destanı

   Mete, Teoman Yabgu’nun oğlu ve veliahdi (kendisinden sonra hükümdar olacak kimse) idi. Ama Teoman Yabgu’nun başka bir eğinden de bir oğlu olmuştu ve bu kadın Teoman’dan sonra Mete yerine kendi oğlunun hükümdar olmasını istiyordu. Sonunda Teoman’ı kandırdı. Ama Mete Buna razı olmadı ve derhâl bir ordu toplayarak Hun tahtını ele geçirmek üzere yola çıktı. Böylece Türk târihinde ilk defa bu şehzade (prens), devlet uğruna babasıyla taht kavgasına girişiyordu. Osmanlı İmparatorluğu zamanında da ilk defa Birinci Murâd’ın oğullarından Savcı (Yıldırım Bâyezîd’in ağabeyisi) babasına karşı çıktı; sonra İkinci Bâyezîd’in oğlu Selim (Yavuz) babasıyla taht kavgasına girdi. Kanûnî’nin çok sevdiği eşi Hurrem Sultân kendi oğlu Selîm’i (İkinci Selim) velîahd yapmak isteyince, pâdişâhın öbür oğulları (Mustafa ve Bâyezîd) da babalarına isyan ettiler.
   Mete çok yüksek kaabiliyetli bir komutandı. Topladığı ordu ile babasını yendi ve Hun tahtına oturdu. Çin târihleri onun üstün meziyetlerini ve yaptığı büyük işleri uzun uzun anlatırlar. Devletinin ve milletinin işleri için kendi çıkarlarını hiçe sayardı.
   Anlatılanlara göre bir defasında Hunlar zor durumda kalmışlar ve Çinliler’den barış istemişlerdi. Çinliler barış için Mete’nin en sevdiği atını istediler, hemen verdi. Ama Çin hükümdarı bununla yetinmedi, başka şeyler de istedi. Mete kendine ait nesi varsa hepsini birer birer veriyordu. Sonra Çinliler sınırda küçük bir arazî istediler. Burası hiçbir ise yaramayan kurak, kumlu bir topraktı. Ama Mete buna çok sinirlendi ve şöyle dedi:
                         “Benden ne istedinizse verdim, çünkü onlar benim maltındı. Ama bu toprak benim değil, milletimindir. O toprağı korumak için savaşır, canımı veririm.”
   Türklerin Oğuz Kağan Destanı’ndaki Oğuz Kağan’ın Mete olduğu söylenir. Oğuz Kağan’ın Şehnâme’de ve Divân-ı Lugati’t Türk’de adı geçen Alp Er Tunga olduğunu söyleyenler de vardır. Oğuz Kağan Destanı şöyledir:
   Günlerden bir gün Ay Kağan bîr erkek çocuk doğurdu. Çocuk kara saçlı, kara kaşlı, ela gözlü, kırmızı ağızlı idi. Perilerden daha güzeldi. Çocuk, anasından yalnız bir defa süt emdi. Bir daha emmedi. Konuşmaya başladı. Çiğ et ve şarap istedi. Kırk günden sonra büyüdü. Yürüdü. Oynadı. Ata bindi. Geyik avına bağladı. Günlerden sonra, gecelerden sonra bir yiğit oldu. Bahadır oldu.
   Oğuz Kağan denen bu bahadır bir gün Tanrı’ya yakarmakta idi. Birdenbire etraf karanlık kesildi. Gökten bir ışık düştü. Bu ışık aydan da, güneşten de parlaktı. Oğuz Kağan gördü ki bu ışığın içinde bir kız var. Bu kız çok güzeldi. Yüzünde ateşli, ışık saçan bir beni vardı. Kutup Yıldızı gibi İdi. Gülse, mavi gök de gülerdi. Ağlasa, mavi gök de ağlardı.
   Oğuz Kağan bu kızı görünce aklı başından gitti. Kızı sevdi, aldı. Kız, Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gün”, ikincisine “Ay”, üçüncüsüne “Yıldız” adını koydular.
   Oğuz Kağan gene bir gün ava gitti. Gördü ki gölün yanında bir ağaç var. Bu ağacın kovuğunda bir kız oturuyor. Çok güzel bir kız. Saçlar bir ırmağın akışı gibi. Dişleri inciye benziyor. Gözleri gökten de mavi.
   Oğuz Kağan’ın aklı başından gitti. Yüreğine ateş düştü. Onu sevdi, aldı. Bu kız da Oğuz Kağan’a üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine “Gök”, ikincisine “Dağ”, üçüncüsüne de “Deniz” adını verdiler.
   Bu çağda, sağ yönde Altın Kağan denen bir kağan vardı. Altın Kağan, Oğuz Kağan’a elçi gönderdi. Pek çok altın,gümüş, yolladı. Pek çok kız, yakut, inci gönderdi. Oğuz Kağan’a saygı gösterdi. İtaat etti. Oğuz Kağan, Altın Kağan’ın itaatini kabul etti. Sonra kırk gün yürüdü. Buz Dağı denen dağa geldi. Çek soğuktu. Çadırını kurdurdu.
   Tan yeri ağardığı zaman Oğuz Kağan’ın çadırına güneş gibi bir ışık girdi. O ışıktan; gök tüylü, gök yeleli, büyük bir erkek kurt çıktı. Kurt, Oğuz Kağan’a dedi ki :
                      - “Ey Oğuz, artık ben önünde yürüyeceğim.”
   Bundan sonra Oğuz Kağan çadırları toplattı. Yola koyuldu. Ordusunun önünde gök tüylü, gök yeleli, büyük erkek kurt yürüyordu. Ordu, kurdu takip ediyordu
   Nice günlerden sonra kurt durdu. Oğuz Kağan da ordusunu durdurdu. Burada İtil denen bir ırmak vardı. Oğuz Kağan düşmanla karşılaştı. Savaş çok çetin oldu. Okla, kılıçla vuruşuldu. İtil Suyu düşman kanından kıpkızıl oldu ve Oğuz Kağan üstün geldi
   Gök tüylü, gök yeleli kurt gene öne düştü. Oğuz Kağan’ı Sind Ülkesi’ne götürdü. Oğuz Kağan burada da çok düşmanla vuruştu. Düşmanı yendi. Bu ülkeyi de yurduna ekledi. Geri döndü
   Oğuz Kağan’ın yanında ak sakallı, boz saçlı, çok akıllı ihtiyar bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir adamdı. Oğuz Kağan’ın veziri idi. Adı “Uluğ Türk” idi
   Uluğ Türk günlerden bir gün uykuda bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gün doğusundan gün batısına kadar uzanmıştı. Üç gümüş ok da kuzeye doğru gidiyordu. Uluğ Türk uyandıktan sonra, düşte gördüklerini Oğuz Kağan’a anlattı:
                    - “Ey Kağanım,” dedi. “Hayat sana hayırlı olsun. Gök Tanrı, düşümde gördüğümü yerine getirsin. Dilediği yeri sana versin.”
   Oğuz Kağan, Uluğ Türk’ün sözlerini beğendi. Öğüdünü dinledi. Oğullarım topladı. Şöyle dedi:
                    - Gönlüm av diliyor. Kocadım. Kuvvetim kalmadı. Gün, Ay ve Yıldız; siz Doğu tarafına varın. Gök, Dağ ve Deniz; siz Batı tarafına varın…
   Bunun üzerine Oğuz Kağanın oğullarının üçü Doğu tarafına, üçü de Batı tarafına gitti. Gün, Av ve Yıldız çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Yayı aldılar. Babaları Oğuz Kağan’a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Yayı üç parça etti ve dedi ki :
                     - “Ey büyük kardeşler, yay sizin olsun…” 
   Gök. Dağ ve Deniz de çok geyikler, çok kuşlar avladıktan sonra yolda üç gümüş ok buldular. Okları aldılar. Babaları Oğuz Kağan’a verdiler. Oğuz Kağan sevindi. Okları küçük oğullarına pay etti ve dedi ki:
                     - “Ey küçük kardeşler, bu oklar sizin olsun…”
   Oğuz Kağan bundan sonra ulu kurultayı toplantıya çağırdı. Halkı da davet etti. Büyük meşveret edildi. Oğuz Kağan yurdunu oğullarına pay etti. Onlara verdi. Dedi ki :  
                    - ” Ey oğullar ben çok yaşadım. Çok savaşlar gördüm. Çok ok attım. Çok ata bindim. Düşmanlarımı ağlattım . Dostlarımı güldürdüm. Gök Tanrı’ya borcumu eda ettim. Sizlere de yurdumu veriyorum…”





Orhon Yazıtları


  

   Bilindiği üzere Köktürkçeye ait metinler 8.yüzyıldan kalan bengü (ölümsüz) taşlardır. Bu taşlar üzerine 38 harfli bir alfabe ile yazılmış olan tarihi-edebi-nutuk metinleri 130 seneden beridir Türkologlar tarafından çeşitli yönleri ile incelenmekte, araştırılmaktadır …

Köktürk yazıtlarının bulunuşu Türk tarihinde ve Türk dilinde büyük ufuklar açmıştır. Çin kaynakları çok eskiden bu yazıtların varlığını haber ediyordu. Köktürk yazıtları ya da diğer söylenen ismiyle Orhon Abideleri Türklerin barbar ve kültür yoksunu bir millet olmadığını, Türklerin tarihinin, dilinin ve medeniyet seviyesinin hangi boyutlarda olduğunu ve tarih boyunca bunların ne şekilde tezahür ettiğini gösteren eşsiz yapıtlardır …

Orhon Abideleri sayesinde birçok tabu yıkılmış, Türklerin itibarı önemli ölçüde artmıştır. Köktürk yazıtları bilindiği gibi sadece 3 yazıttan oluşmaz. En az 22 değerli yazıt vardır. Bunların hepsine birden Orhon Abideleri denir ki, en çok da Vezir Boyla Baga Tarkan yani Tonyukuk, Köl Tigin, ve Bilge Kağan yazıtları bilinir.  Şimdi kronolojik sıraya göre Orhon Yazıtları hakkında bilgi verelim…

1-) Bugut (Mahan Kağan) yazıtı:  Bugut yazıtı üç yüzü Soğdca ve bir yüzü de Sansgrit harfleri ile yazılmıştır. 5.Köktürk kağanı Mahan Kağan’a ait bir mezar taşı olup, ilk dört Köktürk kağanı devrini anlatmaktadır.

2-) Çoyrın Yazıtı: 6 satırlık bir fal metnidir. Köktürk harfli bilinen ilk yazıt olması açısından büyük önem arz eder.

3-) Hoytu Tamir: On parça ve 39 satırdan ibaret yazılardır. Metinlerde Tarduşların komutanı Köl İç Çor’un Türgiş kavmi ile savaşması anlatılır.

4-) Ongin Yazıtı: Bilge İşbara Tamgan Tarkan adlı bir bey ve babası İl İtmiş Yabgu’nun İlteriş ve Bilge zamanlarında düşmana karşı verdiği savaş anlatılır. 719 senesinde dikilmiştir.

5-) Köl İç Çor Yazıtı: Tarduşların komutanı İşbara Bilge Köl İç Çor adına 723-725 yılları arasında dikilmiş değerli bir yazıtımızdır. Köl İç Çor’un Bilge Kağan zamanındaki kahramanlıkları, Karluklarla yapılan savaşta vefatı, ve adına yapılan yoğ töreni anlatılır.


6-) İhe Aşeta Yazıtı: 724 yılında Altun Tamgan Tarkan adına dikilmiş on satırdan oluşan bir yazıttır.

7-)Tonyukuk Yazıtı: (bayan çokto) 2.Köktürk Kağanlığı’nın büyük siyaset ve devlet adamı Bilge Tonyukuk yani gerçek adıyla Boyla Baga Tarkan adına kendi sağlığında yazdırıp diktirmiş olduğu aynı boyda 2 taştan ibarettir. Bu yazıtlar Bayan Çokto denilen yerde bulundu. Tarihi tam olarak bilinememesine karşın genel kabul edilen görüş 725-726 yıllarıdır. Birinci taşta 35 ikincisinde de 27 satır vardır. Bu taşlar Türklüğün mihenk taşlarıdır. Bu taşlar Türk kavminin neden Dünyanın en büyük milleti olduğunu gösteren eşsiz yapıtlardır…

Köl Tigin Yazıtı:Bu yazıt Bilge’nin kardeşi, Prens ve konutan Köl Tigin adına dikilmiştir. Köl Tigin büyük bir savaşçı, mükemmel de bir liderdir. Bunu bizzat Çin kaynakları haber verir. Köl Tigin “kon yılka yiti yirmike” yani koyun yılının on yedisinde vefat etmiştir. Bu da 27 Şubat 731 tarihine tetabuk eder. Cenaze töreni 1 Kasım 731′de yapıldı. Türkçe yazıt 21 Ağustos 732′de dikildi. Köl Tigin yazıtı tek parçadır, dört yüzlü ve 3.75 mete boyundadır. Batı tarafında da Çince bir yazıt vardır. Bu yazıtta Bilge Kağan konuşur.

9-) Bilge Kağan Yazıtı: Ünlü Köktürk hakanı Bilge Kağan adına dikilmiştir. Yazıt “ıt yılı onunç ay altı otuzka” yani köpek yılının onuncu ayının yirmi altısında 25 kasım 734 günü ölen ve 22 Haziran 735′te yoğ töreni yapılan Bilge adına dikilmiş onun kendi ağzından yazılmıştır. Bu yazıt Köl Tigin anıtından birkaç santim daha yüksektir. Bu yazıt Köl Tigin yazıta oranla daha fazla tahriba uğramıştır. Yazıt Bilge adına küçük oğlu Tengri Kağan tarafından dikilmiştir. Köl Tigin ve Bilge kağan yazıtları arasındaki mesafe 1 km civarındadır. Bu iki yazıt da Köl Tigin’in atısı (yeğeni)Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır. Yolug Tigin Köl Tigin yazıtını 20 günde Bilge Kağan yazıtını da 4 günde yazmıştır. Bunları taşlara Çinli ustalar işlemiştir.
10-) Nalayha Yazıtı: Birkaç satırdan oluşan küçük bir yazıttır. 730 seneleri civarında yazıldığı tahmin edilir. Üzerinde sadece ıduk yir sub ve kan tengri ve umay katun ibareleri vardır. Iduk yir sub “kutsal yer su” manasına gelmektedir…
11-) İhe Nur Yazıtı: Bu da küçük bir yazıttır. Yine bunun da 730 seneleri arasında yazıldığı tahmin edilir.
12-) Hangiday Yazısı: Kaya üzerine yazılmış 4 satırlık bir metindir. Fazla bir önem taşımaz…
13-)Talas Yazısı: 21 satırlık bir metindir.
14-)Suci Yazıtı: 11 satırdan oluşur.
15-)Şine Usu Yazıtı: Moyun Çor adına dikilmiş. 760 tarihli 49 satırdan ibarettir.
16-)Irk Bitig: Isıg Sengün adına 57 yapraktan oluşan bir yazıttır. 8.yüzyıldan sonra dikildiği tahmin edilir..
17-)Ihi Hanın Nor Yazıtı
18-)Tes yazıtı
19-)Gülbecin Yazıtı
20-)Somon Servey Yazıtı
21-)Taryat Yazıtı
22-)Somon Tes yazıtı
işte 22 tane anıt bu şekildedir, önem taşımayan daha birçok taş da mevcuttur. Bunların hepsi Türklerin neden en büyük millet olduklarını niçin 100′ü aşkın devlet kurduklarını herkesin anlamasını sağlayan çok çok değerli hazinelerdir. Farklı coğrafyalarda farklı devletler  kuran, cihanın her tarafına etki eden başka bir millet tarihte görülmedi. Bu Yazıtlarda atalarımız hep bizlere nasihat etti. Türklük bilincinizi kaybetmeyin, istiklal ve istikbal kavramlarını iyi irdeleyip sıkı sıkı muhafaza edin dediler. Tarihimizi iyi okumalı ve analiz etmeliyiz. Yukarıdaki yazıtlar eskiden nasıl süper güç olduğumuz hakkında da bilgi verir. Değerlerimize sahip çıkalım, çalışalım yeter ki gerisi kolay zaten. Bize lazım olan şey zaten bizde bulunuyor. Yani tüm bunlar için MUHTAÇ OLDUĞUMUZ KUDRET DAMARLARIMIZDAKİ ASİL KANDA MEVCUTTUR…
...................................................................................................................................... Teşekkürler..

Yorumlar

Adsız dedi ki…
There are no defects in the capsule.In Feldman M Friedman LS Brandt LJ eds. [url=http://fast-isotretinoin.com/#bhjyjni]buy accutane[/url] The patient has recurrent episodes of DVT PE or thrombotic events.

Bu blogdaki popüler yayınlar